YAŞAM 

ARKASI YARIN

Konuşmaların en güzeli, ağaçlar üzerine olandır. Yapraklar, şifalı otlar, çiçekler gelir ardından. Söz gelimi, “O adam hiç dengin değil. Bir kere gördüm, anladım senin kalemin olmadığını. Ayrılmanız isabet olmuş.” cümlelerinin solukluğuna bakın. Bir de “Koca yemiş pek bereketli bu sene, kendi kendine büyüdü, hiç zahmetsiz. Sayısız küçük güneşe benzemiyor mu meyveleri? Ah şu küçük tombul meyveler, içlerini açınca bahar fışkırıyor; tatlı, lezzetli bir bahar.” cümlelerinin renkliliğine.

Eğrelti yapraklarını tarif etse bana birisi, yol yordam gösterse. Konargöçer çınar dallarından… Toprakla gökyüzü arasındaki seferden açsa muhabbeti…

Arpa erkencidir, buğday geçten olur diyene kulak kabartırım. Söz uzaklara gidemez. Dönüp dolaşıp parçası olduğumuz verimli topraklar üzerinde durur. Buluştuğumuz nokta mutluluk noktasıdır. 

Orman altı sergisinden konuşsak, sabah kahvaltısında… Sadece çalı olmayan, güneyin çılgın böğürtlenlerinden, ekşi tatlı mor salkımlardan… Rengi değişir kelimelerin. Masa örtüsü şenlenir.

Ne güzeldir şairin cehriden söz etmesi. İki dize peş peşe okusa yeter. Parlayıverir dizeler. Cehri dedikleri dikenli çalıya tutunmuş mor boncuk. Etli sulu bir meyve… Yenmez ki yiyesin, kokusu ekşi, tadı acı. Yokuşlara tırmanan keçilerin dişlerinin arasından alır, tezgâh başında oturan kadınların boyalı ellerine bağlarız.

Kuşlardan konuşmak da keyiflidir. Güvercinlerin incik boncuk gözlerinden… Kırmızı gagalı, dağ kargasının kiraz dallarında parlayan siyah tüyleriyle, küçük kara gözlerinden… Alaca kirazları yere düşüren sakar hallerinden…

Sincapların sevişme seslerini kıskanan yalnız bir kadının ahlarını dinlerken geçip gider sonbahar. Çatıya saklanan aşklar, kırılan fındıklar, cevizler derken kış bahara erer. Ne zaman sığırcıkların gökteki dansını seyretsem ‘Bir Göçmen Kuştu O’ (*) gelir aklıma. Ne güzel bir kitap adıdır. Eskimiş sararmış yapraklarını açıp tekrar başlamalı okumaya.

Taze çiçekler koyarım ceviz masama. Taze kır çiçeklerini… Adı çok duyulmamış. Muhabbet koyulmuşken göktaşkesen bu çiçeğin adı derse masadakilerden biri, hayranlık beslerim onun için. Duymamışsa diğerleri ki duymuş olmaları zor… Demetin içinden gülümseyen çiçeği çıkarıp derin ebrulisini yakından görmeleri için dolaştırırım elden ele. Eğer istersek kırmızıdan mora, mordan maviye dönüş yolculuğunu kelimelere dökeriz birlikte. 

Kitaplardan konuşmak da çiçeklerden, kuşlardan konuşmakla baş başa gider. Çiçek demetinin dibinde ‘İçeriye Bakan Kim?’ (**)… Kitabın kapağında üst üste konmuş iki taş. Sahilden toplanan, ıslak taşlar. Capcanlı duruyorlar gölgeleriyle. Akıp giden, tertemiz öyküler var içinde. Yazarın adı, hece taşında şimdi… Çiçek demetinden dökülen kokular taşların üzerinde. Kitabı bana öneren kimdi? Hatırlamıyorum. İçimde derin bir minnettarlık duygusu… Hatırlayacağım kadar yakın olsaydık keşke. Anlatsaydı kitapla tanışmasını. Yağmurlu bir gün bugün… “Güneş masayı tümüyle ele geçirmişti.” cümlesini okuduğum an yaşadığım güzelliği anlatmak isterdim ona.

En güzel konuşmalar olsun konumuz. Yarın da ‘Cantolar’la başlayalım:

Yıkanmaya geliyor yağmur kuşları,/ büküp kanatlarını./ Ve açıp ıslak kanatlarını ince güneşe tutuyorlar.” (***)

(*) Bir Göçmen Kuştu O / Ayla Kutlu

(**) İçeriye Bakan Kim? / Mehmet Günsür

(***) Seçilmiş Cantolar / Ezra Pound

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar